Üç Kitap, Üçten Fazla Cümle



Beyaz Geceler- FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ

“Fakat mutluluk ve neşe insanı nasıl güzelleştiriyor! Yürek sevgiyle nasıl da kaynıyor! Sanki kendi yüreğini alıp bir başkasının yüreğine dökmek istiyorsun, herkesin neşelenmesini, herkesin gülmesini istiyorsun. Mutluluk nasıl da bulaşıcı!”

“Söylesenize, neden hiçbrimiz birbirimize karşı kardeşçe davranmıyoruz? Neden en iyi insanlar bile sanki hep başkalarından bir şeyler gizler, hep susar? Sözlerinin yel olup gitmeyeceğine emin olduğun zamanlarda bile neden yüreğinden geçenleri dosdoğru söylemezsin? Herkes olduğundan daha ketum görünüyor, sanki hemen dile getirirlerse duygularının zedeleneceğinden korkuyorlar…”

“Söylesenize: Siz böyle mi davranırdınız? Kendi ayaklarıyla size gelen bir kadını bir kenara mı atardınız, onun kırılgan, sersem yüreğine utanmaz, alaycı gözlerle mi bakardınız? Onu böyle elinizin tersiyle iter miydiniz? Kızcağızın yapayalnız olduğunu, kendine hakim olamadığını, kızın hiçbir suçu olmadığını… hiçbir şey yapmadığını aklınıza hiç getirmez miydiniz?”

“Ama beni incitti, kalbimi kırdı. Benim de, benim de ona olan sevgim tükendi, çünkü ben ancak mert, beni anlayan, iyi yürekli birini sevebilirim… Elbette! Ama kim bilir, benim iyi yürekli dostum, kim bilir, belki de benim aşk dediğim duygularıma kanmaktan, kafamdaki hayallerden ibaretti. Belki de onu değil, başkasını sevmeliyim, bana şevkat gösterecek bir başkasını, belki…”


Satranç- STEFAN ZWEIG


“Yirmi bir yaşındaki Banat’lı bir köylü çocuğu, birdenbire bir tahta üzerinde birkaç taşı oynatmakla, bütün köyünün odun keserek ve en ağır işleri yaparak bir yılda kazandığından daha fazlasını bir haftada kazanırsa, kendini beğenmişlik hastalığına nasıl kapılmaz? İşte o zaman bir Rembrandt, bir Beethoven, bir Dante, bir Napoleon hakkında en ufak fikri olmayan birinin, kendini büyük bir insan sanması aslında o kadar kolaydır ki. Bu çocuk duvarlarla çevrilmiş beyninin içinde yalnızca tek bir şeyi biliyor, aylardır tek bir satranç oyununu kaybetmediğini; ve dünyamızda satranç ve para dışında başka değerler de bulunduğundan haberi olmamasından ötürü, kendisinden etkilenmesi için her türlü nedeni var.”




Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu- STEFAN ZWEIG


“Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler, ötekiler, duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezelikle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak bir kader olduğunu bilirler. Onunla bir oyuncakmışçasına oynarlar, tıpkı ilk sigaralarını içen erkek çocukları gibi, onunla böbürlenirler. Oysa bana gelince, benim içimi dökebileceğim kimsem yoktu, kimse bana bir şey öğretmiş ve beni uyarmış değildi, deneyimsizdim ve her şeyden habersizdim: kendimi kaderime bir uçuruma atlarcasına teslim ettim. İçimde dallanıp budaklanan, su yüzüne çıkan ne varsa, kendine yakın olarak yalnızca seni biliyordu, sana ilişkin hayali biliyordu.”


“Yürüdüğümüz sırada senin, konuşmalarımız sırasında yandan süzerek , beni bir biçimde hayretle tartmakta olduğunu da hissettim. Duyguların, insana ait her konuda onca sihirli bir biçimde kendinden emin olan duyguların yanındaki bu kızda hemen olağandışılığın, bir sırrın kokusunu almıştı. Meraklı yanın uyanmıştı ve sorularının kuşatıcı ve ipucu bulmaya yönelik ifadesinden nasıl o sırra ulaşmak peşinde olduğunun farkına varmıştım.”

“Çünkü sen, yalnızca kolay, oyun gibi ve ağırlıktan yoksun olanı seversin, bir kadere müdahale etmekten korkarsın.”

“-Benim aşık olduğum erkek de hep yolculuğa çıkardı.
-Ama yolculuklardan geri dönülür.
-Evet, geri dönülür, ama o zaman zaten artık unutulmuştur.
-İyi olan şey unutulmaz, seni unutmayacağım.”

“-Beyaz güllerinden bir tane verir misin bana?
-Memnuniyetle,
-Ama belki de onlar sana bir kadının, seni seven bir kadının hediyesidir?
-Belki de, bilmiyorum; zaten bu yüzden onları çok seviyorum.
-Belki de unuttuğun bir kadından gelmişlerdir!”

“Yalnızca sen, evet, yalnızca sen beni unuttun, yalnızca sen, beni asla tanımadın.”

“Şimdi dünyada, senden başka, sevebileceğim kimse kalmadı. Fakat sen kimsin ki benim için? Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?”

“R., bir ölümü ve ölümsüz aşkı hissetti.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar